Karınca ve Kuşlarla Konuşma Olayı

Neml 18: Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: ‘Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin.’

Neml 20-28: Bu arada Süleyman ordusundaki kuşları teftiş etti. Şöyle dedi: “Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?”“Madem öyle, onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, belki de kafasını koparacağım, ya da bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirir.” Çok geçmeden Hüdhüd çıkageldi ve Süleyman’a dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’ kavminden çok mühim ve doğruluğu kesin bir haber getirdim.” “Sebe’lilere hükümdarlık yapan bir kadın buldum ki, kendisine her güzel şeyden bir nasip verilmiş; onun büyük bir tahtı ve pek güçlü bir yönetimi var.”  “Ne var ki, onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Anlaşılan, şeytan onlara amellerini süslü göstermiş, onları yoldan saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.”  “Oysa göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri açığa çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilen Allah’a secde etmeleri gerekmez mi?” “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. O, büyük arşın Rabbi­dir.” Süleyman dedi ki: “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının biri misin, şimdi göreceğiz.”“Şu mektubumu götürüp onların yanına bırak; sonra onlardan biraz öteye çekil de hangi neticeye varacaklarını gözle!”

Eleştiri:

Kuran’da konuşan karınca, kuşlar vs. masalsı anlatımlar var.

Cevap:

Hz. Süleyman Peygamber’e birçok ekstra özellikler verilmiştir. Kuşların ve hayvanların dilini anlamak, onlarla iletişim kurabilmek gibi. Bunlar Allah’ın dilediği kuluna verebileceği olağanüstü özelliklerdir. Burada bir sıkıntı yok. Allah herşeye güç yetirir ve dilediğini yapandır. Olağanüstü bir özelliğe sahip olmak bir yönüyle mucize konusuyla da bağlantılıdır. Mucizelerin de bilimle çelişmediğini bir yazımızda işlemiştik.

Öte yandan hayvanların kendi aralarında bir tür iletişim kurdukları ve bir iletişim diline sahip oldukları bilimsel bir gerçektir. Bu iletişim fiziksel, kimyevi olgularla cereyan edebilmektedir.

Karınca olayında karıncaların (gelen bir ezilme tehdidi karşısında kendi aralarında) uyarı sinyalleri göndermelerini garipsememek gerekir. Bu uyarı sinyalinin insan diline edebi bir formda tercüme edilmesinde de bir sorun yok. Bir karınca herhalde insan gibi ‚kelimelerle‘ iletişim kurmamaktadır. Ancak onun kurduğu iletişimi bizim dilimize tercüme edilirken bunun yine ‚kelimelerle‘ ifade edilmesi gerekir ki, biz anlayabilelim. Karancı dilinden bize motamot orijinal haliyle o iletişim aktarılmış olsa hiçbirimiz bir şey anlamazdık. Mesela insanların kendi aralarında aşina olmadıkları bir yabancı dildeki konuşmaları orijinal haliyle bizim dilimize aktarılsa birşey anlamayız. Ancak kendi dilimize tercüme edildiğinde anlıyoruz. Bu çeviriyi yaparken bazen orijinal dilde olmayan ifadeler deyimler kullanılabiliyor, çevirmen bazı tasarruflarda bulunabiliyor. Bunu da herkes doğal görmektedir. Zira maksat anlaşılmaktır.

Burada ise aynı varlıklar arasında değil, iki farklı varlık kategorisi arasındaki iletişimden bahsediyoruz.

Karıncanın dedikleri insanca bir forma çevrilerek aktarılmaktadır. Çevirideki dil(kullanılan kelimeler) karıncanın konuştuğu dil değil!

Alternatif cevap:

İhsan Aktaş mealindeki ilgili ayetler hakkındaki açıklamalar:

Neml 18: Neml vadisine kadar geldiklerinde, Neml (kabilesinden) bir dişi (kadın) dedi ki: “Ey Neml (kabilesi,) meskenlerinize (konutlarınıza) girin! Süleyman ve ordusu (bir direnişle karşılaşılacağını sanıp gerçeğin ne olduğunu) bilmeden sizi kırıp geçirmesin.*

(*) Buradaki ‘Neml’den maksat bildiğimiz bir karınca olmadığını gösteren bazı deliller şöyledir. 1.Neden bugünde öyle bir tehlike anında karıncalar arasında aynı diyalog ve kaçışmalar söz konusu olmuyor? Yani yuvalarına doğru gittiğimizde ve tehlike anında onların arasında öyle bir hareketlilik ve kaçış olayını neden görmüyoruz? Yoksa o günün karıncaları ile bugünün karıncaları aynı değil midir? 2. Karınca yuvasına doğru giderken karıncaların kendisinden kaçtığını gören var mı? 3. Ayette bulunan fiil kipleri ile bütün zamirler (لذوي العقول) yani akıllı ve şuurlu varlılklar olan (insanlar) için kullanılmıştır. Eğer ayette geçen ’neml’ bildiğimiz karıncalar olsaydı, o zaman Arapça dil kuralları gereği söz konusu ayet ) (يَا أَيُّتهَا النَّمْلُ ادْخُلُن مَسَاكِنَكُن لَا يَحْطِمَنَّكُن سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ‘ ’ya eyyetuhen – nemlüdhulne mesakinekünne lâ yahtımenekünne Süleymanü ve cunudühü…’’ şeklinde olması gerekirdi. Yani hitap şekli ve kullanılan zamirler, (غير ذوي العقول) gayri zevil ukul (akıl ve şuur sahibi) olmayan varlıklar için kullanılmalıydı, ama görüyoruz ki, hitap şekli ve kullanılan zamirlerin hepsi ‘’zevil ukul’’ yani akllı varlıklar olan insanlar için kullanılmıştır. 4. Bu sorunu gören Müfessirler ise buna bir çözüm bulmak amacıyla kendi akıllarınca şöyle bir tevil üretmeye yeltenmişlerdir. Diyorlar ki, ‘’ Söz konusu karıncalar akıllıca davrandıkları için, onlara yönelik hitap şekli de tıpkı akıllı ve şuurlu bir varlık olan insanlara yönelik yapılan hitap şekli gibi olmuştur’’. Oysa Kur’an’dan buna dair en ufak bir işaret olmadığı gibi, bunu akıl ve mantıkla da bağdaştırmak mümkün değildir. Ayrıca mademki karıncalar da insanlar gibi akıllı olabiliyorlar o zaman onların da insanlar gibi hem ilahi emirlere karşı, hem de yapıp ettiklerinden sorumlu tutulmaları gerekir. Çünkü varlıkları sorumlu kılan akıl ve iradedir. Bunların sorumlu bir varlık olmadığına göre demek ki söz konusu iddia mantıksızdır. 5. Arapça da (مساكين)’’mesakin/meskenler, konutlar’’demektir. Yani bu ifade sadece insanların konutları, evleri, meskenleri için kullanılır. Karınca, kertenkele, yılan vb. gibilerin yuva ve deliklerine ise (جحور)’’cuhur’’ denir. Ayrıca Kur’an’da örümcek ve arı için (مساكن) ’’meskenler’’ değil, (بيت) ‘’beyt’’in çoğulu olan (بيوت)’’buyut’’ifadesi kullanılmıştır. Bu nedenle bu ayette ‘’konutlarınıza’’ girin ifadesinden de anlaşılıyor ki, buradaki Neml, bir kavmin, bir aşiretin veya bir kabilenin adıdır… Ayrıca ayetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün ‘’mesakineküm = konutlarınız’’ şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir. Ayrıca bugün dünyanın değişik bölgelerinde hem Neml Vadisi halkı gibi yaşamlarındaki bir özelliği isim olarak taşıyan birçok kavim yaşamakta, hem de kuş, haşere, ağaç, kaya isimleriyle adlandırılmış değişik kavimler, kabile ve oymaklar bulunmaktadır. Örneğin: Hicaz bölgesinde (bugünkü S. Arabistan’da) binlerce sene önce Neml familesinin/kabilesinin/yaşadığını ve bugün bile buna mensup bazı önemli şahsiyetlerin bulunduğu bilinmektedir. Yine bugün Çin’de de Karınca Kabilesi adında büyük bir kabile bulunmaktadır. İşte bu ayette geçen Neml, söz konusu vadide yaşayan bir kabilenin ismi olabilir. Bu nedenle ayette geçen Karınca Vadisi, karıncaların bol olduğu bir vadi olmayıp özel bir isimdir. İmam Zebidi Araplarca bilinen vadileri eserinde toplamıştır. Buna göre, “Karınca vadisi”, Jirben ile Askalân arasında bir bölgenin adıdır. Hz. Süleyman ordusu ile bir sefere giderken Neml (karınca) vadisine gelirler orada bulunan Neml kavmindeki kadın yönetici Süleyman’ın ordusunun gücünü bildiği için kavmine seslenir ki sakın Süleyman’ın ordusuna direnmeyin, konutlarınıza çekilin ki ordu sizi kırıp geçirmesin. Yani bir teslimiyet söz konusudur. Hz. Süleyman’da bir direnişle karşılaşmadığı ve bir zarar söz konusu olmayacağından dolayı o yönetici kadının sözlerinden memnun olarak gülümsemiştir. ( الله اعلم) Ayrıca (تاج العروس) Tacülarus, (vadi) kelimesinden bahsederken Neml vadisinin Jirbin ile ile Asklan arasında olduğunu, Nemle’nin, karınca yumurtaları manasındaki Mazin gibi kabile ismi olduğunu anlatır. (Kamus) da da Nemle’nin bir kabile olduğunu tasrih edilir. (kamus), Bark kelimesinden bahsederken Abrika, Nemle’nin sularıdır, der.” (1947, II, 601). Şimdi konuyu anlayabilmek amaçlı örneklendirelim: Bu vadide bir Türk kavminin yaşadığını düşünelim. Oradaki (yönetici) bir Türkün de Hz. Süleyman’la anlaşma yaptığını ve kavmine seslenerek Meskenlerinize girin olur da yolunun üzerinde sizi silahlı olarak görürse sizin direniş yaptığınızı sanarak sizi ezip geçmesin. Çünkü Hz. Süleyman’ın ordusunun çok kuvvetli olduğunu bilmektedirler. Sözünü Bu ayete uyarlayalım. Yani dikkat edeceğimiz husus şu = Orada bir Türk kavmi var ve bir Türk şöyle diyor ile orada bir karınca kavmi var ve bir karınca kavmine şöyle diyor kelimesi eş anlam taşımaktadır. (Detay için bkz: KUR’AN KISSALARININ SİSTEMATİĞİ 8. BÖLÜM HZ. SÜLEYMAN VE HÜDHÜD) Neml vadisi: Şam’dan Hicaz’a giderken Filistin’de denize yakın Neml vadisi bulunmaktaydı. Burası Şam’a yüz altmış kilometre uzaklıktaydı. Hz. Süleyman (a.s.) zamanında birçok Arap ve Medyen kabileleri orada yaşarlardı. “Neml” adındaki bir kavim de orada yaşayanlardandı. (Bkz. Nelson’s Encyclopedia; Filistin ve Şam’ın eski ve yeni haritaları.) M. Celal Şimşek Meali 18. Ayet Açıklaması) Ayrıca bugün hem Hicaz bölgesinde binlerce sene önce yaşamış bulunan Neml Kabilesine mensup önemli şahısların bulunduğu hem de Çin de bugün Neml/ Karınca adında büyük bir kabilenin de yaşadığı bilinmektedir.

Neml 20: Ve (bir gün Süleyman) kuşları teftiş ederken (kuş bakıcısı ve aynı zamanda istihbarat görevlisi olan) Hüdhüd’ü (İbranice orijinal ismi olan Hudad’ı) niçin göremiyorum? Yoksa (şu an) hazır olmayanlardan mı? dedi *

(*) Ayetlerde geçen hüdhüd, İbranice olan Hudad isminden Arapçaya geçmiş hâlidir. Hudad, yani Arapçaya geşmiş hâli olan (Hüdhüd) bilinen kuşun adı değil, Hz. Süleyman zamanında Edom kavminin lideri idi, daha önce Hz. Süleyman’ın azılı bir düşmanı iken, sonra onun yönetimi altına giriyor ve Hz. Süleyman onu hem kuşlardan baş sorumlu hem de istihbarat görevlisi yapıyor. Bir gün Hz Süleyman kuşları teftişe çıkarken, kuşlardan sorumlu İbranice örijinal ismi olan Hudad’ı, yani Hüdhüd’ü görevi başında bulmuyor. İşte bu yüzden Hz. Süleyman, onun kaçmış olabileceğini ve tekrar halkının başına geçerek kendisine karşı cephe alacağından endişeleniyordu. Bu nedenle 21. ayette geçtiği gibi eğer kendisine açık bir delil/mazeretle gelmezse ona ağır bir ceza verceğini söylüyor. Ayrıca aşağıda (التحرير والتنوير) adlı tefsirin metninde de geçtiği gibi Hz. Süleyman’ın birkaç düşmanı var idi, bunlardan biri Edom kavminin liderlerinden (İbranice ismi) Hudad idi, ama daha sonra bu Hudad, Hz. Süleyman’ın yönetimi altına giriyor. Zaten Sâd süresi- 35. ayette de geçtiği gibi Hz. Süleyman kendi mülkünün bunların eline geçmemesi için yüce Allah’a şöyle dua etmişti: “Ey Rabbim, dedi! Beni bağışla ve bana (Senin yolunda hizmet için) öyle bir hükümdarlık lütfet ki, benden sonra (düşmanlarımdan) bir kimse onu tevarüs edemesin. Şüphesiz ki sen, vahhap/ bol veren/sin!’’ O bu duayı yaparken onun korktuğu düşmanları şunlar idi.1.Jeroboam 2.Edom kavminin lideri Hudad (İbranice) ve Rezon.
اعلم) الله Bk: Sâd -35.ayetle ilgili İbn-i Aşür’ün tefsirine ) كان لسليمان عدوَّان آخران هما (هدد) الأدومي و (رزون) من أهل صرفة مقيمين في تخوم مملكة إسرائيل فخشي أن يكون الله هيأهما لإِزالة ملكه.) Ayrıca ayet dikkatli okunursa hüdhüd kuşu, yani (KUŞ) ifadesi geçmemektedir. Önemli bir DETAY i daha, Hz. Süleyman kuş mantığını biliyor ama o bir hükümdar ve yüzlerce kuşun bakımını, temizliğini, gıda temini ve eğitimini O yaptırmıyor. Bu işler için yanında birkaç çalışan olmalı ve onların arasında kuşlardan baş sorumlu olan hüdhüd, (İbranice orijinal isminde Hudad) adında bir çalışan da bulunuyor.) Detayli açiklama için: https:// kurankissalarininsistematigi. wordpress.com/2013/12/03/ 8-bolum-hz-suleyman-peygamber-ve-hudhud/) (الله اعلم) Yani Hüdhüd’ün bir kuş olmadığı, İbranice bir isim olan (هدد)‘’Hudad’’kelimesinden ( (هدهد’hüdhüd’’olarak (tıpkı Şlomo = Süleyman, Abram = İbrahim, Yehôşûa = İsa, Meşiha = Mesih, Mûşe = Musa, Nôah = Nuh şeklindede olduğu gibi) Arapçaya geçmiş olup EDOM kavminin kralına verilen isimdır. Yani Edom kralı Hudad bin Bedad’dır. Edom ise: Esav’a ve onun soyundan gelen kavme verilen isimdir. Kavmin adı Asur dilinde Udumi; Suriye dilinde, ܐܕܘܡ; Yunanca, Ἰδουμαία; Latince, Idumæa veya Idumeadır. Kaynak: (Vikipedi Özgür Ansiklopedi) Ayrıca bir dilden başka bir dile isimler çevirilirken bu tür değişklikler olabiliyor. Mesala kaynaklarda bunların orijinal isimleri şöyle geçiyor: 1. Süleyman (Arapça: سليمان, sulaymān; İbranice: שלמה, Şlomo veya Şelomo; İbranice שלמ kökünden gelen Şlomo adı, kelime anlamıyla “Barış Yapan” demektir. Arapça selim, selamet ve islam sözcükleriyle kökdeştir. (Vikipedi Özgür Ansiklopedi) 2: Tevrat, İbranica Tora (Arapça: توراة tawrat, İbranice: תורה Torah, Yunanca: Πεντάτευχος Pentatevhos), Tanah…(Vikipedi Özgür Ansiklopedi) Aynı şekilde Kur’an da geçen Karun = Krezüs, Harun = Aharon, Meryem = Miriam gibi. Ayrıca Almanya’nın bir şehri olan München (Münşın), Tükçeye çevirilirken Münih oluyor vb. daha nice örnekler verilebilir. İşte İbranice dilinde de EDOM halkının liderinin orijinal ismi Hudad iken, Arapçaya geçerken, Hüdhüd oluyor. Bu nedenle ayette geçen (هدهد)’’hüdhüd’’ bildiğimiz kuş değildir… Ayrıca Neml- 30. ayetinde Melike’nin “Ey ileri gelenler, bana kuşun biri mesaj bıraktı”şeklinde bir ifadeyi kullanmamış olması da, Hüdhüd’ün kuş olmadığını da göstermektedir. Bütün bunlara rağmen maalesef müfessirler “Hüdhüd” kelimesinden, genellikle bir kuştan bahsedildiğini düşünürler. Aslında bu bir isim olup Beni İsmail arasında da çok yaygındı. Hz. Süleyman’ın (a.s.) ordusunda görevli bir mühendisin de adı Hudhud idi. (Bkz: Jewish Encyclopedia) Kitab-ı Mukaddes’e göre bu mühendisin adı “Hudad” idi. (Bkz. II Krallar; 11: 14) Arapçada ise bu kelime “Hüdhüd” olarak telaffuz edilmiştir. (M.C. Şems Meal açıklaması) Ayrıca Hüdhüd kuşunun tek çıkardığı ses, yani ötüşü ‘hütü tüt’’ gibi bir ses çıkarmaktadır. Bundan başka hiçbir sesi de yoktur. Peki, bu iki kelime ile yani ‘’hütü tüt’’gibi bir sesle Sebe melikesinden Süleyman’a bu kadar bilgileri nasıl aktarır ve anlatır? Bunun mantıklı bir izahı var mı? Bir de ayette geçen (منطق الطير) ‘’mantıkat tayr’’, kuşdili veya kuşun kal dili değil, hâl dili ve kuş mantıkı’’ demektir. Yani Hz. Süleyman’a öğretilen kuşdili değil, kuşların hâl dili ve mantıkıdır, o, hâl ve hareketlerinden anlamlar çıkarırdı. Bunun gibi bugün kuş bakıcıları da birçok kuşların hâl ve hareketlerinden anlamlar çıkarabiliyorlar. İşte Hz. Süleyman da böyle, ona kuşların kal dili değil, hâl dili öğretilmişti. Bu nedenle ayette geçen hüdhüd yani İbranice orijinal ismi olan Hüdad bir kuş değil, Süleyman’ın ordusunda kuşlardan ve istihbaratan baş sorumlu olan bir şahsın adıdır. Ayrıca melikenin babasının adı bile ‘’hüdhad’’ idi.

Neml 21: Bana (mazeretini belgeleyen) açık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetle cezalandırırım yahut boğarak (asarak) öldürürüm dedi. *

(*) Bazılar diyorlar ki, eğer Hüdhüd bir kuş olmasaydı, Hz. Süleyman (ذْبَحَنَّهُ لَأَ) ‘’le ezbehennehu’’demezdi! Cevap: Aşağıda da belirtildiği gibi Kur’an da bu ifade boğarak öldürmek anlamındadır. Mesela: Bakara-49, İbrahim-6 ve Kasas-4. ayetlerde geçen (ذبح) ‘’zibh’’ifadesi boğarak öldürmektir. Bu ayetlerde de Firavun, İsrailoğullarının erkek çocukları için (ذبح )’’zibh’’ ifadesini kullanmıştır, peki İsrailoğullarının erkek çocukları kuş veya hayvan mıydı ki, firavun böyle bir ifadeyi kullanmıştır? İşte ilgili bütün ayetlerde de bu ifade boğarak öldürmektir. Bkz: (تاج العروس تفسير المنار- التفسير الكبير- ) Ayrıca rivayetçilerin dediği gibi bir kuşun yalancı olması ve ona kızarak bir kuşa ceza vermesini düşünmek bile gayri ciddidir. Akıl dışıdır, kabul edilemez. Hz. Süleyman Hüdhü’dü ağır bir cezaya çarptırırım ya da öldürürüm/asarım demesi o devlette olan bir yasayı hatırlatmasından ibarettir. Yine yüzlerce atmaca, şahin, güvercin ve hüdhüd varken Hz Süleyman’ın niçin hüdhüdü göremiyorum diye söylediğine bakılırsa en azından onlarca hüdhüdden hangisini göremedi peki, şayet orada ifade edilen hüdhüd bir kuş olsaydı hüdhüd kuşlarının arasında örneğin beyaz kanatlı ya da sarı renkli bir hüdhüdü tarif ediyor olurdu. Hüdhüd’ü niçin göremiyorum deyince sanki bir tane hüdhüd varmış. Hz Süleyman’ın niye hüdhüd’ü göremiyorum demesi orada göremediği şeyin, kuşlara bakan bakıcı anlamında değil de sanki kuş olarak algılanmış ve bundan sonra gelen ayetlerde de konuşan, giden, gelen ve fikir yürüten hep hüdhüd kuşu olarak anlatılmasına sebep olmuştur. Şimdi nasıl olur da bir kuş ismi bir adamın ismi olabilir diye bir soru sorulabilir. Günümüz Türkiyesine bakılınca ve size Şahin, Kartal, Doğan, denilince aklınıza ilk ne gelir? Doğan, Şahin, Kartal = araba markası: Doğan, Şahin, Kartal = insan ismi: Doğan, Şahin, Kartal = kuş ismi. Yani bütün kargaşa hüdhüd isminin geçmesi ve bunun bir kuş sanılmasından ibarettir. Oysa O kuşlara bakan kuş bakıcısının adı Ahmet olsaydı hiç problem olmazdı. Ayrıca aşağıdaki (معجم المعاني الجامع – معجم عربي عربي) ‘’Mu’cemu-l Meani’’adlı lugatta da, zebh’ın bir kaç anlamı olduğu ve bunlardan bir tanesi de (خنق)’’hank’’yani boğarak öldürmek olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle ayette geçen (ذبح)’’zebh’’kelimesi boğarak/asarak/ öldürmektir. Çünkü asılan kişi boğularak ölür.

Neml 26: “O Allah ki, ondan başka hiçbir ilâh yoktur; o büyük Arş’ın (mutlak egemenliğin ve bütün varlık âleminin) Rabbidir.*

(*) Not: Burada Hüdhüd’ün sözü bitiyor. Hüdhüd 25. ayette de Hz. Süleyman’ın yanında bulunanlara hitaben وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُون )َ) ’’… Şeytan böyle yapmıştır ki, sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilmekte olan Allah’a secde etmesinler.” şeklindeki ifadesinden de anlaşılıyor ki hem oradaki insanlar Hüdhüd’ün söylediklerini anlıyor, hem de Hüdhüd onların dillerini biliyordu. Bu nedenle eğer Hüdhüd Hz. Süleyman dışında diğer inasnalara da hitap edebiliyorsa, demek ki o Hüdhüd/ orijinal ismi olan Hüdad/ bir kuş değil, bir adamdır. Yoksa onun Hz. Süleyman dışındaki insanlara hitap etmesi ve insanların da onun söylediklerini anlamaları mümkün değildir. Çünkü klasik tefsir ve yorumlara göre de Hz. Süleyman dışında hiçbir kimse kuşdili bilmiyordu. Ama bakıyoruz ki, herkes Hüdhüd’ün söylediklerini anlıyordu. Ayrıca burada Hüdhüd’ün sözü bittiğine dair aşağıdaki tefsir metnine bkz: Yani ayetlerin siyak ve sibakı da 25-26. ayetler Hüdhüd’ün sözleri olduğunu gösteriyor.

Neml 27: (Süleyman ona) dedi ki: Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın? Bakacağız.*

(*) Ayrıca (Süleyman) dedi ki: “Doğru mu söyledin, yoksa” yalancılardan mısın, bakacağız’’ şeklindeki ifadesi ile Hüdhüd’ün diğer ayetlerdeki konuşmalarından, onun; kuşların bilgi ve sorumluluk sınırlarının ötesinde, iradeli, akıllı hatta din bilgisi kuvvetli biri olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Hüdhüd o ayetlerde iman, şirk gibi konularda ve ancak akıllı, bilinçli ve imanlı insanların harcı olacak şekilde konuşmaktadır… Detaylı açıklama için: https:// kurankissalarininsistematigi. wordpress.com/2013/12/03/8-bolum-hz-suleyman-peygamber-ve-hudhud/)

Neml 28: (Sonra, yazdığı mektubu Hüdhüd’e verip,)“Bu mektubumu (al) götür, onlara (Kraliçe ile idare meclisine) ilet. Sonra bak bakalım, mektubu nasıl karşılayacaklar? *

(*) Meal müellifleri, kıssanın başında Hüdhüd’ü bir kuş olarak tanımladıkları için, artık ondan sonrasında kelimelere mana tercihlerini hep onun bir kuş olduğunu varsayarak yapmak zorunda kalmışlardır. Hüdhüd’ün kuş olduğunu söyleyen müellifler, nasıl olur da Süleyman’ın bir kuşa asla söylenmemesi gereken “izheb” fiili üzerinden emir verdiğini sorgulamak yerine, manası “git” olan kelimeyi “götür”şekline çevirmeyi daha uygun bulmuşlardır. Oysa sadece uçma kabiliyeti olan bir kuşa “izheb” şeklinde bir emir verilmesi asla doğru değildir. Madem Hüdhüd’e kuş yakıştırması yapılıyor, kuş olduğu için ona “yürüyüp git” anlamına gelecek “izheb” kelimesi ile değil de “uçarak git” anlamına gelen (طر) “tir” kelimesi ile emir verilmesi gerekmez miydi? Çünkü kuşların bir yerden bir yere gitmeleri sadece uçma yoluyla olmaktadır. Ama müelliflerimiz bunu sorgulamak yerine “git” anlamı verilmesi gereken fiile “götür” anlamı vermeyi tercih etmişlerdir. Şuarâ 15’te “Haydi âyetlerimizle ikiniz gidin!” şeklinde yine aynı kelime Hz. Hârûn ve Mûsâ’nın âyetlerle yürüyerek gitmesi manasında kullanıldığı için “izheb” kelimesine götür, uçur değil “git” manası vermek daha doğrudur. (Kurandan Hayata) Not: Hz. Süleyman’ın ona ‘’Sonra bak bakalım, mektubu nasıl karşılayacaklar’’ şeklindeki sözünden de anlaşılıyor ki, mektubu götüren Hüdhüd Kraliçe ve meclis heyetinin ne konuşacaklarını anlıyordu, yoksa Hz. Süleyman ona bu talimatı vermezdi. Peki, hangi ayette Hüdhüd’a da insan dili öğretilmiştir deniliyor? Haydi diyelim ki, Hz. Süleyman Hüdhüd’ün dilini bildiği için onunla kuş dili ile konuşuyordu, – ki, kuş dili diye bir şey yoktur- fakat hiçbir ayette Hüdhüd’e insan dili öğretilmişti diye bir işaret yoktur. Ama Hz. Süleyman’ın, Kraliçe ve meclis üyelerinin kendi aralarında ne konuşacaklarını, mektuba nasıl bir karşılık vereceklerini öğrenmek için Hüdhüd’ün oradan ayrılmaması için verdiği talimattan anlaşılıyor ki, mektubu götüren Hüdhüd’ün de insan dilini biliyor ve anlıyordu. Yine hiçbir ayette onun uçtuğuna dair hiçbir işaret de yoktur. İşte bütün bunlar gösteriyor ki, mektubu götüren Hüdhüd (İbranice orijinal ismi olan Hüdad) kuş değil, bir insandı… Ayrıca aşağıda da Hüdhüd’ün bir kuş olamayacağı hususu ayetler ışığında aklî ve mantıkî delillerle anlatılmaktadır. Yine metni aşağıya alınan Arapça lügat kitabında da (القي) ‘’ulkıye’’ iletmek anlamında da olduğu belirtiliyor.

İki farklı cevapla ilgili kısa açıklama notu:

Burada hangi açıklamanın doğru olduğundan ziyade her iki açıklamanın da bilimle çelişmediğini göstermektir amacımız, ikinci açıklama zaten bilimle çelişemez çünkü burada olağanüstü bir durumdan bahsedilmiyor. Hangi yorumun doğru olduğu ise ayrı bir tartışma konusudur. Burada asıl mevzu Kuran’da bilimle çelişen ayetler var mıdır mevzusudur. Birinci açıklamayı doğru kabul etsek bile bir çelişki yine sözkonusu değil. Önemli olan burasıdır. Belki ikinci açıklama doğrudur bu durumda birinci yorumdaki açıklamalara gerek kalmamış olacaktır. İkinci açıklamanın da doğru olma ihtimali olduğundan buraya alıntılanmıştır.

Paylaş