ALLAH GÖKTE MİDİR?

Müslümanlar arasında selefi veya ehli hadis diye nitelenen bir zümre Allah’ın gökte olduğu kanaatindedir. Bu çoğunluğun görüşü değildir. Çoğunluk Allah’ın mekan ve zamandan münezzeh olduğunu kabul eder.

Allah’ın gökte olduğuna dair getirilen argümanlar ikna edici değil:

1) Bu görüş sahipleri daha çok hadisleri delil getiriyorlar. Hadisler itikadi konuda delil olamaz, çünkü peygambere aidiyeti zannidir. Sübutu zannidir. Zanla itikat oluşmaz, bir usul kaidesidir. İman yüzdeyüz olmak zorunda. Bu sebepten dolayı delil sadece Kuran’dan getirilebilir.

2) Allah nerede sorusu Allah hakkında sorulamayacak (saçma) bir sorudur. Çünkü nerede kelimesi mekanı tarif eden bir kelime. Mekan ise yaratılmıştır. Allah yarattığı şeyin içinde denmiş olur eğer gökte dersek. Göğün içine sığmış olur, gök Allah’tan daha büyük olmuş olur ki, bu aklın kabul edebileceği bir durum değil.

3) Selefi anlayışın sorunu temeldeki düşünme tarzıyla ilgili bir sorundur. Akla dayalı delil getirmek mümkün değil, eğer bir hadis varsa, metin tenkidi yapılmadığından sadece ravi tenkidi yeterli görüldüğünden, bir hadis alimi ‘raviler güvenilir’ dediyse herşey bitmiştir. Oysa raviler de hata yapabilir masum değiller, bu nedenle, rivayetin metin tenkidi de yapılmak zorunda, yani Kuran’a uygun mu bu hadisin metni diye sorgulanmalıdır. Akıl kullanılmalıdır. Selefiler aklı kullanmıyorlar metod olarak.

4) Bu görüşü savunanların delil olarak sıraladıkları ayetler konuyla alakalı değil, zorlama yorumlarla kendi görüşlerine delil getirmeye çalışıyorlar.

– Kuran’da geçen ‘yükselme’ tabiri göktedir manasına gelmez, ‘melekler ‘üstlerindekinden korkarlar’ ayetindeki ‘üstlerindeki’ kelimesi de aynı şekilde. Yücelik ayrı birşey gökte olmak ayrı bir şey. Antartikadan ‘aşağısı’ da gök. Yani gökte/uzayda yukarı/aşağı diye birşey yok, o yüzden ‘üstlerindeki’ fevklerindeki kelimelerinden delil getirilemez.

– Hz. Zeyneple ilgili rivayetin birinde ‘minfevkus sema’ diyor, diğer rivayette ‘min fissema’, fevkussema=semanın ötesi demek, (ki bu doğru Kuran’a uygun bir ifadedir), diğer rivayette fissema=gökte, ikisi farklı yerleri işaret ediyor. Yani bu da karşı delil, hadisleri aktarırken her ravi farklı şekilde değiştirerek aktarmış, hangisi dogru?

– Mülk suresindeki ‘men fissema’ ayeti bu konuda en güçlü delil olabilir Allah göktedir düşüncesine.

Ama orada bile farklı açıklamalar var, Elmalılı Hamdinin tefsirinde Arapça’daki ‘sema’ kelimesinin sadece Türkçe ‘gök’ manasına değil yücelik manasına geldiğini aktarıyor, sema ‘sümüv’den geliyor yücelik demektir. İkinci yorum olarak fissema, gökteki azap meleği de olabilir, ayet bu manaya da açık.

Çünkü ayette ‘Allah semada’ denmiyor. ‘Gökteki’ deniyor, kim o gökteki? Kastedilen Allah da olabilir, melek de..

5) Türkçe’de gök uzay demek, uzay mekan demek. Mekan uzunluk, genişlik ve derinlikten oluşan bir şey. Bu görüşü savunanlar bir videolarında ‘Sema mekan mıdır değil midir ben bilemem’ diyorlar, bu şu manaya geliyor: ‘kardeşim ben körü körüne inanırım, gerisini karıştırmam, hadiste böyle gelmiş böyledir’ demektir.

6) Mekandan münezzeh demenin Kuran’a dayanmadığını söylüyorlar, bu da yanlış. Hem İhlas suresi hem Şura suresindeki ‘leyse ke mislihi şeyun’ ayetlerinde Allah, yaratılmış hiç birşeyle benzerliğinin olmadığını ifade ediyor. Mekan yaratılmışların bir özelliğidir… Adam biraz akletse bu gerçekleri görecek, ayrıca modern fizikteki görüş de böyle, zaman ve mekan madde ile beraber Büyük Patlama’da ortaya çıktılar. Daha önce yoktular.

7) Delil getirilen Cariye hadisiyle ilgili şu kaynaktaki ilgili makaleye bakılabilir: Kur’an ve Sünnet Üzerine Makaleler (Hikmet Zeyveli)

Elmalılı’nın Mülk suresi 16-17. ayetlerinin tefsiri:

———–

“Gökte olandan emin mi oldunuz?” “Semadaki zat (gökte olan)” demektir. Bu ünvan bizden üstün olarak gökte bulunan akıl sahibi varlıkların hepsini içine almaktadır. Onun için bazı müfessirler “göktekiler”den maksadın melekler olduğunu söylemişlerdir. Lâkin sözün gelişi, bunun melekler değil de, Allah Teâlâ olduğunu göstermektedir ki selef âlimlerinden nakledilen görüş de çoğunlukla budur. Ancak “O’nun kürsüsü (tahtı) gökleri ve yeri içine alır…” (Bakara, 2/255) âyetinde ifade edildiği gibi Arş’tan da üstün olan ve “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 42/11) âyetine göre de benzeri bulunmayan Allah Teâlâ göktedir demek nasıl olur? zarfiyyet mânâsına geldiği ve zarf, mazrûfundan (zarflanandan) büyük olduğu cihetle göğün Allah Teâlâ’dan daha büyük olması, yahut O’nun da yarattığı cisimler gibi mekana muhtaç olması ve mekanın O’na ihtiyaç duymaması lazım gelmez mi? Ve o halde O, her şeyi kuşatıcı olur mu? diye birçok soru sorulabilir. Zaten bu yüzdendir ki sözkonusu âyetle ilgili oldukça fazla münakaşa yapılmıştır. Bu konuda mânâsı en muhkem (açık ve kesin) olan âyetini, Allah Teâlâ’nın mekandan ve cihetten berî olduğuna dair zikredilen naklî ve aklî delilleri iyi kavrayamamış olan Müşebbihe Mezhebi taraftarları, birçok mânâya ihtimali olması itibariyle az çok müteşabih olan “gökte olan” dan maksadın Allah Teâla olduğunda ve bundan dolayı da “Allah göktedir.” demekte ısrar etmişler ve gökten de cismânî mânâ anlamak istemişlerdir. Bazıları da “Rahmân Arş’a istivâ etti.” (Tâhâ, 20/5) âyeti ile uyumlu hale getirmek için buradaki yı mânâsına alarak göğün üzerinde, yani fevkında Arş üzerinde demek olduğunu söylemişlerdir. Ancak bundan kimisi sabit kalmak, kimisi de cihet (yön) mânâsını çıkarmışlardır. Bunlar ise, muhkem olan âyetine ve daha başka âyet ve delillere de ters düşmektedir.

Ebu Müslim el-İsfahâni gibi bazıları da bunun, “Allah göktedir.” diye zanneden müşriklerin zanlarına göre bir hitab olduğunu benimsemişlerse de, burada da hitabın önceki âyette olduğu gibi umumi bir anlam taşımasının sözgelimine daha uygun olmasından dolayı bu görüşün de makbul olduğunu ileri sürmek oldukça zordur. Bir kısım âlimler de bunun, “Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O’dur.” (Zuhruf, 43/84), “Ve her göğe görevini vahyetti.” (Fussilet, 41/12) âyetleri doğrultusunda yani “Hükmü, emri gökte cereyan etmektedir.” demek olduğunu söylemişlerdir. Selef âlimleri ise bunu da âyeti gibi müteşabih kabul ederek “Müteşabihin te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez…” (Al-i İmrân, 3/7) deyip te’vile girişmemişler, yani bundan şu kasdedilmektedir, diye mânâyı tayin etmeye kalkışmamışlar; mahiyetini Allah’a havale ederek bir cariye hadisinde olduğu gibi “gökte” demekle yetinmeyi daha ihtiyatlı görmüşler ve “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” demekten de geri durmamışlardır.

Allah Teâlâ’nın yüce zatına ters düştüğü aklen ve naklen bilinen cisimlendirmek, benzetmek ve hulûl (bir cisme girme) fikirleri gibi batıl inançlara düşülmemesi için bizim ulaştığımız kanaat şudur: Buradaki sema, gök dediğimiz cismânî semadan ibaret değil, mutlak yükseklik ve üstünlük işaretidir. Maddî, manevî, cismânî ve ruhani bütün yaratıkların, mekanın ve zamanın üstü demek olan mutlak yükseklik mânâsınadır. İşte bu anlama göre ancak Allah Teâlâ’dır. Zira her şeyin üzerinde, her şeyden üstün olan ancak O’dur. Arşın üzerinde demenin mânâsı da budur. Bunlar, gerek “Rahmân Arş’a istivâ etti.” (Tâhâ, 20/5) gerek “semada olan” (Mülk, 67/16) vasıfları, tıpkı “yüce ve yüksek olmak” “O, yücedir, büyüktür.” (Bakara, 2/255), “O, her şeye gücü yetendir.” (Hadid, 57/2), “O, her şeyi kuşatıcıdır.” (Fussilet, 41/54), “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 42/11) âyetlerinde olduğu gibi mutlak tenzih ifade eden vasıflardır. Ve bu mânâ ile yücelik O’nun gerek yeryüzünde ve gerek semada eşyadan hiçbir şeye karşı nisbetinde bir fark ifade etmez. O, “Hem gökte hem de yerde ilâhtır.” (Zuhruf, 43/84) âyetinin de gösterdiği gibi yerin ve göğün yaratıcısıdır. Ayrıca O, “Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir.” (Hadid, 57/4) âyetine göre de, nerede olursak olalım bizimle beraberdir. Ancak O, her şeyden üstündür. Bizim nazarımızda yüceliğin en yüksek örneği gök olduğu için Allah Teâlâ’nın mutlak yüceliği de onunla ifade edilmiştir. Yalnızca yaratıcı ve yaratıkların isimlerini mukayese etmekle bile bu mânâ açıkça anlaşılmış olur. Allah göktedir. Göğün üzerindedir. Arş’ın üstündedir demekte ısrar edenlerin asıl maksatları da, Allah’ı cisimlendirmekten berî kılmakla bu mutlak yüceliği ispat etmektir. Fakat bunu takdir edemeyenler teşbihe sapmışlardır. Biz gök kelimesinden de yükseklik mânâsı anlarsak da, bu kelimenin kökü renk mânâsına olan “gök”le ilgilidir ve sema ise mutlak yükseklik mânâsını ifade eden “sümüv”den türemiştir. Bu yüzdendir ki gök tabirinde tecsim (cisimlendirme), sema tabirinde de yükseklik mânâsı açıkça anlaşılmaktadır. Gök demek her zaman sema demenin yerini tutmaz. Onun için “Allah semadadır.” demek, Allah şu cisimlendirilen göktedir anlamında değildir. Sonra şunu da belirtmek gerekir ki harfinin ifade ettiği zarfiyyet ister hakiki olsun, ister mecazi olsun “kapsamak” mânâsını gerektirmez. Mesela, “Sema başımızdadır.” “Yer ayağımızın altındadır.” dediğimiz zaman bu cümlelerden “Kuş havadadır.” cümlesinde olduğu gibi zarfiyyet mânâsı anlamayız. Ne başımızın semayı, ne de ayağımızın altının yeri kuşatmış olduğu iddiasında bulunmayız. İşte bu gibi yerlerde gibi diğer bir harf mânâsıyla da tefsir edilebilir. Bu yüzdendir ki sözündeki zarfiyyet ile “yıldız semadadır” cümlesindeki zarfiyyet aynı anlamda değildir. Bunun gibi Allah Teâlâ’nın semada olmasını, Güneş’in semada olması arzında değil, hisse göre ilmin, cahile göre âlimin, yaratıklara göre yaratıcının, mahkûma göre hâkimin ve memura göre âmirin üstünlüğü tarzında anlamak gerekmektedir. Âyette buyurulmayıp olarak zikredilmesi ise, O’nun yüceliğinin görünen ve görünmeyen her şeyi dışardan ve içerden kuşatmış olduğunu, semanın yalnız üstünde değil, içinde de hükmünü, ulûhiyyet ve yaratıcılığını ifade etmek gibi bir nükteyi de kapsadığını gösterir. Bu ise tamamen “O, göklerde ve yerde tek Allah’tır. Sizin gizlinizi, açığınızı, (hayır ve şerden) ne kazanacağınızı bilir.” (En’âm, 6/3) âyeti gibidir. “Allah’ın emri semadadır,” şeklinde tefsir edenler de bu anlamı kasdetmişlerdir. Demek ki, “Allah, yerde değil, göktedir.” tezini savunanlar, O’nun mekândan münezzeh (berî) olarak her yerde hazır ve nâzır olduğunu inkâr edip âyetinin açık anlamına karşı gelmişlerdir. Evet, sadece “Allah yerdedir.” demenin de caiz olmayacağında ittifak vardır. Çünkü bununla mekan anlamı kasdedilmese bile, alçaklık mânâsına geldiği kolayca anlaşılmaktadır. Halbuki sadece “Allah semadadır.” demek ise, cisim, mekân ve cihet kasdedilmeyerek, mutlak yücelik ve yükseklik mânâsıyla caizdir. Çünkü sema, yeri de kuşatmaktadır. Fakat “Allah yerde değildir.” sözü O’nun yerde Allahlık ve tapınılma vasfını, ilim ve kudretinin nüfuzunu inkâr, yahut yeri O’nun kuşatması dışında tutmak kasdıyla söylenirse caiz olmaz, küfür olur. Çünkü “O, göklerde ve yerde tek Allah’tır.” (En’âm, 6/3) ve “Muhakkak O, her şeyi kuşatıcıdır.” (Fussilet, 41/54) Ancak mekân, alçaklık ve cisimlendirmeyi ortadan kaldırma mânâsı kasdedilirse, noksan sıfatlardan berî kılınmış olacağı için doğrudur. Yer, bize göre bile itaatkârdır. Lâkin bu mânâda “Allah, semada değildir, yani semada sabit değildir.” demek de doğrudur ve öyle itikad edilmelidir. Çünkü O, semanın yaratıcısıdır. “O’nun kürsüsü semavat ve arzı kuşatmış.” (Bakara, 2/255)dır. “O yücedir, büyüktür.” (Bakara, 2/255), “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 42/11) “Allah sameddir, O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir.” (İhlas, 112/2-4) Bunun için âyetinden de “Allah Teâlâ’nın zatı, gökler ve yerin içinde sabittir.” tarzında bir mânâ çıkarmaya kalkışmak doğru değildir. O’nu, göklerde ve yerde tapınılan Allah, diye anlamak gerekir. “Sizin gizlinizi de açığınızı da bilir.” (En’âm, 6/3) âyeti de bunu beyan etmektedir. Allah bütün göklerden ve yerden, Arş ve Kürsi’den ve her şeyden büyük, lütufkâr ve haberdardır. Her şeyden mutlak bir üstünlükle üstün olan yüce Rab’dır. İşte bu mânâ ile ‘dan “Allah” mânâsı anlamak doğru olur. Yaratan O, yeri itaatkâr kılan O, dönüş kendisine olan, dünya ve ahiret kendisinde birleşen mülkün sahibi, üstün ve yüce olan ancak O’dur. “Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O’nadır.” (Mülk, 67/15) emriyle bizim yeryüzünde yürümemizin ve dönüşümüzün kendisinden geldiği gibi yine kendisinde son bulduğunu bildirerek bizi, yalnız yerdeki rızık ve hayat ile bırakmayıp “Rızkınız semadadır.” (Zariyat, 51/22) âyetinin ifade ettiği gibi gökte rızıklandırmak üzere kendisine davet buyurmakta olduğunu ve şu halde bizim yerin omuzlarında yürürken yer ile beraber ona doğru gidiyor olduğumuzu, bu gidişin ise kolay olmayıp ilerlemesi ne kadar yüksek ise, alçalma ve iniş tehlikesinin de o nisbette büyük bulunduğunu beyan ederek uyarı makamında siz lütfu ve kudreti altında bulunduğunuz “O semadakinden emin misiniz?” diye buyurmuştur.

Paylaş