Akıl Beyinde mi Kalpte mi?
Araf 179: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
Hac 46: Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları olsun? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.
Eleştiri:
Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip gösterilmesi bilimsel bir çelişkidir.
Cevap 1:
Önce şunu belirtmekte fayda var. Kuran bir bilim kitabı değil ve muhatapları ile fizik ve biyoloji dersleri yapmaz. (Kuran’ın amacı akletme organının nerede olduğunu insanlara göstermek değil, o organı doğru bir şekilde kullanmanın manevi şartlarını hatırlatmaktır!) Kuran’da fiziksel ve biyolojik konularla ilgili yapılan atıfların başka bir amacı vardır ve bu amaca yönelik bir dil kullanılmaktadır. Bilimsel bir dil kullanmaz, çünkü amacı bu değil. Amaç, Allah’ın yüceliğini dile getiren örnekler vermektir. Bu örnekler haliyle tabiattan, kainattan olacaktır. Bu nesnelerle bilim disiplininin ilgileniyor olması burada illa bir çatışma doğurmaz. Bilim başka bir amaçla bunlarla ilgilenir. Ve buna göre bir dil kullanır. Bu iki dillerin farklılık arzetmesini problem olarak görmek aslında bir problemdir. Meseleyi anlamamak, birbirine karıştırmaktır.
Kalp mecazi bir terimdir. Kalp duyguları temsil eder. İnsanın düşünceleri ise duyguları tarafından etkilenir. Duygu ve düşünce arasında karşılıklı ilişki mevcut. Bu bugünkü nörolojinin verileri tarafından da ortaya çıkmıştır. Beyindeki limbik sistemin içinde yer alan duyguların neo korteksteki düşünceler ile nöronal irtibatlarının olduğu bulgularına ulaşılmıştır.
Temiz kalple(temiz duygularla) düşünen(akleden) insanlar hakikati bulurlar. İnsan hakikati bulma arayışı(temiz duygu budur!) ile aklını çalıştırmazsa hiçbir zaman hakikate isabet edemez.
Mesela Kuran ‘kalpleri mi kilitli’ diye sorar. Yani kötü duygularından dolayı kendilerini hakikate kapalı hale mi getirdiler, önyargılı, bağnaz, gerçeği göremez durumda olmayı ‘kilitli kalp’ şeklinde bir mecazla betimler.
Kuran aklın yerinin kalp olduğunu beyan etmiyor. Akıl kalbin içindedir diye bir biyolojik bilgi vermiyor. Sadece akleden kalpler diyor. İnsanın karakterini duyguları belirler, iyi-temiz karakter, hakikate açık karakter ile bunun zıddı karakterler arasında mücadele söz konusu. Yani kısaca Kuran’ın dediği ‘iyi niyetle/temiz duygularla akledin’ o zaman gerçeği bulursunuz.
Cevap 2:
Alıntı:
“…Akıl nerededir, kalpte mi kafada mı? Sanki kalpte olduğunu söylüyor. Bilim beyne bağlıyor aklı. Bir yanda 1400 yıl önce yazılmış bir metin var. Bu zaman zarfında ise dil değişiyor, dilin sabit kalması doğal sürece aykırı bir şey. Akıl kelimesi 1400 yıl önce Arapça’da geldiği anlamların bugün de aynı haliyle olduğunu düşünmek ne kadar doğru. Akledin gibi kelimelerden anlaşılan manayla bugün bir Arabın anladığı anlam aynı olmak zorunda mı?
Yunanca’da da nous, logos vb. terimler Araplara geçiyor, başka bir muhteva kazanıyor bu terimler. İngilizce’de mind kelimesi akıl mı hafıza mı bilinç mi diyeceğiz? Dolayısıyla bir Arabın bugün akıldan anladığı mana ile 1400 yıl önce Kuran’da geçen akıl kelimesinin aynı anlamda olduğunu varsaymak bir varsayımdır sadece.
Hac 46’daki gözler kör olmaz, ancak kalpler kör olur ifadesine iyice bakalım. Burada gözleri kör olan insanlar yoktur mu denmek isteniyor? Bu çok absürt olurdu. Herkes bilir ki, yeryüzünde gözleri görmeyen insanlar var. Aynı şekilde Allah onların kalpleri vardır bunlarla akletmezler diyor.
Kuran bize laf arasında fizyonomi anlatmak, biyolojik şifreler vermek zorunda zannediyoruz. Böyle bir şey yok.
Örnek olarak Kaufmann’ın İnsanı Anlamak isimli eserinden şu ifadelere bakalım:
“…Zihin(mind) derken onu kalp veya ruh ile karşıtlık içinde almıyorum. Zihni anlama yetisiyle, kalbi ve ruhu ise duygu ile bağlayanların yaptıklarının aksine ben zihni duygu ile zekayı, akıl ile hissi, anlayış ile arzuyu, düşünce ile bilinçdışını kuşatacak bir terim olarak kullanıyorum…Pascal’ın ‘kalbin kendine has akılları vardır’ sözü bu akılların gerçekte yürekte yerleşmiş olduğu gibi bir inancı gerektirmiyor. Kalp, ruh ve zihin kendi esrarengiz ve anlaşılmaz görünen yanlarımızdan sözetmenin birer yoludur.”
Aynı bunun gibi Kuran insanı ne olarak ele alıyor? İnsan anlama, irade ve istemeyle alakalıdır, akıl sahibi olmak yetmez. Tıpkı bir insana ‘sen beni anlamıyorsun’ dememiz gibi burada anlama özel bir manadır. (iyi niyetle yaklaşma iradesi). Seni neden anlamıyor? Çünkü anlamak istemiyor. Kalbi istese olur. Planı beyinde yapıyorsunuz (neokorteks) ama canınız istemiyor. Örneğin sigara zararlı diyoruz beyinde ama istemediğimizden yapmıyoruz. Kararı kalbi veriyor. Burada irade sözkonusu. Dolayısıyla anlamak denilen olayın sadece kognitif faaliyet olarak anlamak yanlış.
Kaufmann ‘ben mind derken içerisinde bilinçaltı, irade var, hafıza da istek de var, sevgi ve yönelme de var, hepsinin adına ben mind diyorum’ derken Kuran niye böyle bir şey söylemesin?
Dolayısıyla meseleyi tıp meselesiymiş gibi görmek sığ bir yaklaşımdır.
Son olarak Kuran’da akıl yürektedir diyen bir ayet var mıdır? Böyle bir ayet yok. Kalpleri vardır anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kuları vardır işitmezler derken Kuran görenin göz olduğunu, duyanın kulak olduğunu söylemiş oluyor mu?
Aklın kalpte olduğunu söylemekle anlamanın/akletmenin kalp ile olduğunu söylemek farklıdır. Anlamak kalple gerçekleşiyor, kalp olaya katışıyor, bir rol alıyor. Tabi burada kalpten kasıt göğsümüzde kan pompalayan yürek değil…”
(Kaynak: Fikret Çetin)